
Eylül başında yolum zengin tarihi ve kültürel mirasıyla dünyanın en özel bölgelerinden biri olarak kabul edilen Kapadokya’ya düştü. Doğal güzellikleri ve mistik havasıyla Anadolu’nun her mevsim romantik bu güzel yeri insana her daim iyi geliyor. Seyahat etmeyi ve keşfetmeyi seven herkesin mutlaka görmesi gereken yerlerden biri olan Kapadokya’da bu sefer Türkiye’nin ilk Relais & Chateaux unvanlı masalsı oteli Museum Hotel’de kaldım.
İlk misafirlerini 10 yıl önce ağırlamaya başlayan Museum, ülkemizin ilk müze konseptli oteli olarak konforu ve lüksü bir arada sunan eşsiz bir yer. Uçhisar Kalesi’nin yamaçlarında yer alan Museum’un resepsiyonundan odalarına, bahçesinden koridorlarına size değerli ve paha biçilemez antikalar eşlik ediyor, bir yandan da tavuskuşları, güvercinler ve kaplumbağalar ile doğanın huzura doyuyorsunuz.
Otelin 23’ü mağara, 7’si taş olan 30 odasının her biri ayrı otantik özelliklerde dekore edilmiş ve tümünde ufak müze bölümleri bulunuyor. Ben, Uçhisar’ın güzel manzarasına bakan, upuzun divanı ve içinde tatlı Japon balıklarının yüzdüğü mini havuzuyla Osmanlı detaylarının süslediği Divan odada konakladım; siz de otelin inşası esnasında kazıdan çıkan tarihi eserlerin sergilendiği ya da duvarınızı süsleyen ince işlemeli bir Osmanlı kaftanıyla aynı odayı paylaşabilirsiniz. Her biri Nevşehir Müzesi’ne kayıtlı olan bu antika eserler, otelin kurucusu Ömer Bey’in seneler boyu Osmanlı, Selçuklu, Roma ve Hitit dönemine ait topladığı parçalardan oluşturduğu özel koleksiyonuna ait. Zaten otelin konsepti de bu eserleri sergileme isteğiyle doğmuş.
Burada olmanın en güzel yanlarından biri, sabah 6 itibariyle yükselmeye başlayan renkli balonların keyfine otelin terasından dahil olmak. Museum misafirleri için klasikleşen balon turu seyri için, siz de benim gibi güne erkenden başlayarak terasta yerinizi alabilir, balonların gökyüzüyle buluştuğu anları fotoğraflarınızla ölümsüzleştirebilirsiniz. Günün geri kalanında güneş henüz yükselmemişken otelin Roma döneminden izler taşıyan ısıtmalı taş havuzunda keyif sürmek bir yana, akşamüstü de Wellness odasında vadiye ve peribacalarına karşı uzanarak kendinizi şımartmak, güneşin batışını Indigo Sunset Bar’da Museum’un bağlarından hazırlanmış bir kadeh şarap eşliğinde deneyimlemek de bir alternatif. Taş havuz ısıtmalı olduğu için, kar yağarken de yüzmek mümkünmüş. Museum’a bir de kışın gitmek gerekiyor sanki.
Museum’un Türk ve dünya lezzetlerini birleştiren ‘fine dining’ restoranı Lil’a’nın mutfağı ise Michelin yıldızlı şef Murat Bozok’a emanet. Bozok tarafından hazırlanan menülerde yer alan alternatifler, otelin kendi bahçelerinden toplanan organik ve taze ürünlerle misafirlere sunuluyor. Kahvaltı ne kadar doğalsa, yemekler de bir o kadar geleneksel ve tabii ki modern detaylarla süslü. Bu restoranda bölgenin unutulmak üzere olan koftür ve tava kebabı gibi eski lezzetleri dünya mutfağının özel reçetelerine dönüşüyor, tatmadan dönülmemesi şiddetle tavsiye. Üstelik, gurme keyfinize de Kapadokya’nın nefeslik manzarası eşlik ediyor.
Bölgenin ‘yaşayan müze’ konseptli otelinde sanatın da hep yanıbaşınızda olduğunu hatırlatmak isterim. ARMAGGAN Art&Design önderliğinde Mayıs ayında başlayan, 24 çağdaş sanatçının ilham veren karma eserlerinin yer aldığı ‘Art in Museum’ sergisini de Ekim ayında otelde izleyebilirsiniz.
Son bir not; Ekim ayında yolunuz TAV Havalimanları’na düşerse yazının kısa versiyonunu alandaki ücretsiz standlardan alabileceğiniz The Gate dergisinden de okuyabilirsiniz. Museum’u daha yakından tanımanız ve size sunduğu güzelliklerin fotoğraf makinesine nasıl yansıdığını daha iyi görebilmeniz için aşağıda birkaç kare daha paylaşıyorum. Geri kalan fotoğraflarımız için Instagram hesabım @nesemcelikkaya‘dan #journavelkapadokya etiketini ziyaret edebilirsiniz. 🙂