İspanya’da özerk Katalonya bölgesinin başkenti olan Barselona, tarihini sanatla birleştiren kendine özgü stili ve görkemli başyapıtları ile Akdeniz’in en çok merak edilen destinasyonlarından biri. Geçmişte uzunca bir süre iç savaş ve işgallere karşı koymak durumunda kalan Barselona, tüm güzelliklerini bugünlere taşıyabilmiş olmanın yanı sıra İspanya’nın Akdeniz kıyısında yer alan en önemli limanı olarak aynı zamanda da bir ticaret merkezi. Barselona’nın simgesi La Sagrada Familia’nın mimari Gaudi’nin art nouveau eserleri ile donanmış olan şehirde, sanatseverleri keşfederken mutlu edecek çok sayıda da resim, sanat ve tarih müzesi bulunuyor. Katalan kültürünü hissedip deneyimlemek için tercih edilebilecek yerlerin en başında gelen Barselona; Gaudi, Picasso ve Miro’nun eserlerinin izinde, modern mimarisine mutluluk veren eğlenceli şehir hayatı, tadına doyulmaz lezzetleri ve uzayıp giden ünlü plajları ile gezginler için eşi benzeri olmayan bir rota.
Gezip de bitirmek için 3 günün asla yetmediği bir yer burası. Gelmeden önce liste çıkartanların hangi birini seçsem diye düşündüğü, sonunda da hepsine birden gidebilmek için günde 30.000 adımlara ikna olduğu güzel şehir.
Barselona’da gezeceğiniz çok yer var, bu yüzden yola önceden planlı koyulmak çok önemli. Bu şehre bayılan, tekrar tekrar gelmekten asla sıkılmayacak biri olarak Barselona’ya gelmeyi düşünenler için gezilecek yerler ve görülecek müzeler rehberi ile karşınızdayım. Bu yazıyı okumadan önce, şehre ilk kez gelecekler için hazırladığım ipuçlarının olduğu Yeni Başlayanlar için Barselona yazıma da göz atabilirsiniz.
Plaça de Catalunya: Havalimanından merkeze gitmek için bindiğiniz shuttle’ın durduğu yer, Barselona’ya merhaba deyin! Dedikten sonra bavulu bir kenara bırakın, kuşlara yem atın. Rambla caddelerinin birleştiği, devasa El Corte Ingles ve Urban Outfitters mağazalarının bulunduğu, turistlerin favorisi Hard Rock ve tabii ki İspanya’da olduğunuzu size ezberleten Desigual gibi mağazaların çevrelediği meydan işte burası. Burayı unutmayın, baktınız yolu bulamadınız Plaça de Catalunya meydanına gider geziye yeniden başlarsınız. Yazının ulaşım kısmında da belirttiğim gibi, City Sightseeing otobüsleri de buradan kalkıyor. Meydanın bir tarafı Gaudi’nin muazzam eserleri olan Casa Battlo, Casa Amattler ve (Casa Mila) La Pedrara’nın bulunduğu Passeig de Gracia’ya açılırken, diğer tarafı da marinanın yer aldığı Port Vell’e açılıyor.
La Rambla: Yazının başında da dediğim gibi, burası Barselona’nın İstiklal Caddesi. Aynı zamanda da şehrin merkezi. Birbirine bağlı 1.2 km’lik bir uzunluğu var, yürümesi de çok keyifli. Caddenin sağında ve solunda çok çeşitli mağaza, kafe ve restoranları ile görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Alışveriş severler için de ayrı bir cennet, onu da belirteyim ama turist tuzaklarına düşmemek şart. Plaça de Catalunya’dan marinaya doğru yürüdüğünüz Rambla’da, geri dönüş için dizim dizim hediyelikçi var. Genelde fiyatları iç aşağı beş yukarı aynı, zaten çoğu aynı şirketin. Ama benden tavsiye, yine de ilk başta gördüğünüzü hemen almayın. Bu cadde üzerinde, sırasıyla taze meyve ve sebzeleriyle, tapas’larıyla Mercat La Boqueria, balkonunda etek sallayan Marilyn Monreo’suyla Erotik Müze ve gerçekten gitmesi çok anlamsız olan bir Balmumu Müzesi var.
Mercat La Boqueria: İşte Barselona’nın en sevdiğim yeri. Bu tip gezilerin öğünlerini şehirlerin marketinden taze meyve ile çözmeye bayılıyorum. La Boqueria da tam böyle bir yer. Meyveden sebzeye, balıktan tapas’a birçok taze şeyi bir arada bulacağınız yerde taze meyve sularından da tadabilirsiniz. Şehirde geçireceğiniz günlerin ara öğünlerini burada gidermenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Market fiyatlarından bir parça daha az ödersiniz. Gitmişken buradaki ünlü tapasçı Bar Boqueria’da ayaküstü bir tapas yapabilirsiniz.
Barri Gotic Mahallesi: Rambla’nın ara sokaklarıyla kavuştuğunuz Barri Gotic, Barselona’nın en güzel bölgesi Cuitat Vella’nın bir parçası. Orta Çağ’dan kalan Gotik mimarinin hakim olduğu mahalle, şehrin bir nevi eski bölgesi. Barri Gotic’in büyüklü küçüklü, loş sokaklarında keşfedilecek birçok mağaza ve mekan bulunuyor. La Rambla’nın global mağazalarından ve Barselona’nın sağlı sollu market stili Desigual bombardımanından sıkılanları Gotik mahallenin ara sokaklarındaki butikleri görmeye davet ediyorum. Özellikle, barlar ve kafeler konusunda çok bonkör olan mahallede sokaklar bir yerden bir yere açılıyor, Foursquare’siz ya da haritasız gezmenizi pek önermem. Gitmişken bulduğunuz tatlı bir barda soluklanıp, benim için de bir Sangria içersiniz artık.
Plaça Reial: Barselona’da insana en çok huzur veren yerlerden biri burası olabilir. Mimarisi, palmiyeleri, çeşmesi ve Gaudi tarafından tasarlanan sokak lambalarıyla (evet, gerçekten) tam olarak insanın kalbine hitap eden bir meydan Plaça Reial. Etrafındaki kafe ve restoranları, çeşmesinin yanında hiç bitmeyen kalabalığı, turistleri ile şehrin en hareketli bölgelerinden biri. La Rambla’nın paralel sokaklarından yürüyerek ulaşabilirsiniz, Gotik mahallede görülecek yerlerin başında geliyor.
Barselona Katedrali: Şehrin simgesi La Sagrada Familia, Gotik prensesi Cathedral de Barcelona. Yok, en sevdiğim mimari stil diye gerçekten torpil geçmiyorum, burası çok görkemli. İnşasına 13. yüzyıldan 15. yüzyıla devam etmiş bir katedral düşünün, hem de Katalan Kilise mimarisinin tıpkısını gösteren. Gotik mahallede gezerken mutlaka uğrayın, önünde bir fotoğrafınızı çektirin, olmazsa olmaz turist hareketine siz de destek verin.
Port Vell: Rambla des Flores’den sahile doğru yürüyünce karşınıza Kristof Kolomb Anıtı çıkıyor. Burası, Colomb’un 1492’de Amerika kıtasına ilk kez gidip de döndükten sonra Barselona’ya dönüşünü simgelemek için yapılmış. Hemen karşısı eski marina bölgesi olan Port Vell. Eğer Port Vell’e geçmeden önce panoramik bir Barselona karesi çekmek isterseniz 60 metrelik anıta asansör ile çıkıp şehir manzarasına bir selam çakabilirsiniz. Port Vell, bembeyaz yatların sıralandığı limanın adı. Liman kıyısında yürümek çok keyifli, sonunda da Maremagnum adındaki alışveriş merkezi ve çevresindeki restoranlar yer alıyor. Dinlenmek için burayı tercih edebilirsiniz. Maremagnum’u arkanıza alıp sağa doğru yürüdüğünüzde bir süre sonra La Barceloneta adındaki sahil bölgesine varıyorsunuz.
La Barceloneta: Port Vell’in komşusu olan ve marinayla Cuitat Vella bölgesi arasında kalarak üçgen bir alana uzanan Barceloneta, upuzun plajın bulunduğu bir nevi sayfiye noktası. Benim Barselona gezilerim yüzmelik mevsimlere denk gelemediği için, bu plajların keyfini henüz süremedim. Yerel halk da genelde güneşlenmek için tercih ediyormuş. Yine de bu upuzun kumlu plajın bahar ve yaz aylarında binlerce kişiyi ağırladığını söylemek mümkün.
El Born Mahallesi: Bu şehirde değil 3 gün, 10 gün kalsanız sıkılmazsınız. Her bölgesinde sevecek bir şeyi itinayla bulursunuz. El Born, Gotik mahalle ile birlikte Barselona’nın en sevilen, lokal gibi gezmeyi seven turistlerin vakit geçirmekten en çok mutlu olduğu mahallelerden bir diğeri. Barri Gotic ile kıyasladığımızda kalabalıktan biraz daha uzak, lezzetleri daha yerel olan bir bölge burası. Gotik mahallenin komşusu, Passeig de Gracia bölgesininse sahile açılan yolu üzerinde. Notlar alınsın, El Born’da keşfedilecek çok mekan ve sokak var.
Museu Picasso: Kübist ve Modernist sanatı anlamaya çalışırken kriz geçirdiğinizi tahmin edebiliyorum, belki de anlamsız geliyor ve sevmiyorsunuzdur. Şimdi burada üniversite yıllarıma geri dönerek sizi sanat tarihi bombardımanına tutmayacağım; fakat modern sanatla ilgili şunu bilmenizi isterim. Dünyanın neresine giderseniz gidin, İstanbul’da hangi müzeyi gezerseniz gezin, izlemekten hayran olacağınız belli başlı stiller olacaktır; modern sanat ise sanatçının kişisel yolculuğuna ışık tutan kalıp dışı bir tür. Limitsiz ve belli kalıpları yok. Görüneni yok; ama içinde görmek isteyeni mutlu eden bir şeyler olduğu kesin. Kübizm ise onun bir öncesi. Onun serbestliği, formuyla ve resmini içindekilerin hareketiyle ilgili. Hepimizin bir şekilde bildiği, Kübizm’in öncüsü Picasso’nun bir dönem yaşadığı Barselona’daki erken dönem eserleri de işte bu müzede toplanmış. Museu Picasso öyle bir yer ki Picasso’nun fırça darbelerinden, çizgilerinden hiçbir şey anlamayanların bile favorisi olmuş bir yer. Bugüne kadar gittiğim şehirlerde birçok müze gördüm ve emin olun; burası beni en çok etkileyen müzeler listesinde ilk 3’e oynar. Hem Picasso’nun sanatla olan içsel yolculuğunu, büyüyüşünü ve renklerini hem de Valezquez’in eserlerine olan yorumunu (hatta güzellemesini) görmek için buraya mutlaka gelmelisiniz. Sabah saatleri en uygun süre, öğleden sonra çılgın bir turist yoğunluğu oluyor. Unutmayın; El Born mahallesinde yer alan Museu Picasso gezmek için değil, izlemek ve anlamak için.
Parc de la Ciutadella: Museu Picasso çıkışı, güneşli şehir havası almak isteyenler rotasını bu parka çevirmeli. El Born’un Orta Çağ manzaralı sokaklarından geçerek ulaşabilirsiniz. Park, 19. yüzyılda tamamlanıp halka açıldığı dönemde Barselona’nın tek yeşil alanıymış. Şimdi ise, içerisindeki geniş yürüme alanları, kano turu yapabileceğiniz gölü, muazzam güzellikteki çeşmesi, çocukların eğlenceli vakit geçirebileceği hayvanat bahçesi ve Katalan Parlamentosu ile kocaman bir yer. Biz Ocak ayında gittiğimiz için henüz çok yeşil değildi, ama eminim ki yazın kat be kat güzelleşiyordur.
Passeig de Gracia: Barselonalı zengin kesimimizin oturduğu sosyete caddemiz Passeig de Gracia Eixample bölgesinde yer alıyor. Adının hakkını veren cadde, Gaudi’nin de en önemli eserlerine, lüks mağazalara ve birbirinden güzel evlere ev sahipliği yapıyor. Barselona’ya ilk geldiğimde, ‘allahım ne kadar güzel bir cadde, keşke burada otursam’ gibi tipik turist hayallerine her genç gibi ben de daldım ama çok geçmeden bir Erasmus öğrencisi olduğumu hatırlayıp kendime geldim; merak etmeyin. Şöyle ki gezi meraklısı olmayanın bile bildiği Casa Battlo, Casa Amattler ve Casa Mila burada. Bu sebepten, Passeig de Gracia her daim kalabalık ve evlerin önünde fotoğraf yarışının daima stabil olduğu bir cadde. Bar ve restoranları kaymak tabakasına hitap ettiğinden asla uygun fiyatlı değil; ama ‘geldik bir kere bari keyfini sürelim’ diyenler için de şık alternatifler sunduğu kesin.
Casa Battlo: Avrupa denince akla gelen silüetlerden biri olan Casa Batllo, herkesin üç aşağı beş yukarı hakkında fikir sahibi olduğu yer aslında. Dünyada hiçbir yeri bilmeseniz, eminim burayı bir şekilde görmüşsünüzdür. Katalan mimar, post-modernist kişilik Antoni Gaudi’nin baş yapıtlarından biri olarak kabul edilen Casa Battlo, Passeig de Gracia üzerinde bulunuyor. Casa Battlo; daha önceden var olan bir evin Gaudi tarafından 1904 yılında renove edilmesiyle bugünkü halini almış. Dış görünümünün iskelet yüzleri ve maskeleri andırması nedeniyle, buraya ‘House of Bones’ da deniyor. Yani; Kemikler Evi. Evin mimarisi ve dışındaki mozaik işlemeler Modernizm ile Art Nouveau stillerini birleştiren Gaudi’nin imzası gibi. O yüzden, bu resmi hafızanıza iyi kazıyın. Çünkü; şehirdeki diğer Gaudi yapıtlarını bu kıyasla ayırt etmeniz hiç zor olmayacak. Batlo Ailesi’nin güzel evi, bugün bir müze. Dışı kadar içi ve çatısı da (çatı da biraz garip oldu ama neyse) etkileyici olan, Gaudi ve asistanları tarafından dekore edilen eve giriş ücreti €22.5. Biraz yüksek ama değer, bence bir düşünebilirsiniz. Özellikle; çatıdaki ejdarha temalı detaylar gerçekten görülmeye değer.
Casa Amatller: Casa Battlo’ya bakarken solunda gördüğünüz o tatlı ev de Casa Amatller. Burası Gaudi’nin değil; onun çağdaşı kabul edilen Josep Puig i Cadafalch tarafından şehrin ünlü çikolatacısı Antoni Amatller için tasarlanmış. Aynı Casa Battlo gibi, yeniden tasarlanıp değişen evde Neo-Gotik stil üzerinden gidilmiş. Casa Battlo’nun mozaği, Casa Amatller’in seramiği diyorum, içini de görmek isterseniz €15. Giriş kısmında Amatller’in yıkılan çikolatalarından satılıyor. Almadan geçerseniz, dönüş yolunda üzülürsünüz. Ben İstanbul’a dönmeden aldım, oradan biliyorum. 🙂
Casa Mila (La Pedrera): Casa Mila, Casa Battlo’dan dümdüz ilerleyince karşınıza çıkan bir diğer Gaudi harikası. Ev; o dönemin zengin işadamlarından Pere Mila için yapılmış. Dalgalı bir deniz hissi uyandıran dış mimari detayları nedeniyle halk arasında ‘Taş Ocağı’ anlamındaki ‘La Pedrera’ adıyla anılıyor. Barselona’da girişi en pahalı olan yerlerin arasında Casa Battlo’dan sonra Casa Mila geliyor; ama buralara kadar gelmişken girip içeriden de görmeden olur mu hiç? Gündüz geziniz 20€, farklı paketler de bulunuyor. İsterseniz, hem gündüz hem akşam görebilirsiniz mesela. Planlarınızda varsa, biletinizi online satın almak yine en mantıklısı.
Sagrada Familia: Roma için Kolezyum, Paris için Eyfel neyse, Sagrada Familia da Barselona için öyle. Şaşırmayacağınız şekilde, tabii ki bir Gaudi harikası olan katedralin inşaatı 100 yıldır devam ediyor. Hayatının bir döneminde dindar kişiliğinin ve yaşam stilinin işleri üzerinde ağır basması sonucu, başyapıt olacak bir dini yapı inşa etme isteğine cevap olarak 1883’te Gaudi’ye verilen katedralin tamamlandığında Avrupa’nın en yüksek dini yapısı olması bekleniyor. Ne var ki Katalanların medaar-ı iftaharı Gaudi’nin 1926 yılında bir tramvay kazası sonucu hayatını kaybetmesiyle Sagrada Familia’nın yapımı da yarım kalmış. Bu tarihten itibaren halktan toplanan bağışlarla devam ettirilen inşaatın Gaudi’nin 100. ölüm yıldönümü olan 2026’da tamamlanacağı söyleniyor.
Bu haliyle bile son derece etkileyici, biraz da ürkütücü görünen katedrale ilk gidişimde Erasmus şartlarından dolayı girememiştim. Bu sefer kaçmaz diyerek, internetten aldık biletleri, girdik. Mimari detaylarının ve tasarım algısının yanından geçebilecek pek örnek yok Avrupa’da. Bu yüzden, içerisini de mutlaka gezmenizi öneriyorum. Gezerken de muhtemelen herkes gibi bu mimarinin hangi kafayla tasarlanıp, yapıldığını sorgulayacaksınız. Haklısınız. Yalnız şunu belirtmemde fayda var, katedralin her an bir yerinde inşaat olabildiği için kulelerden çıkabilir misiniz, hangi cephesini görebilirsiniz, kesin konuşmak zor.
Sagrada Familia ziyaretiniz için biletinizi önceden online olarak almanızı da şiddetle öneririm, çünkü gittiğinizde dev bir sırayla karşı karşıya kalıp 2-3 saat kadar kapısında beklemek zorunda kalabilirsiniz ki bu da hiç hoş olmaz. Bir de ziyaret saatinizi mutlaka kahvaltı sonrası olacak şekilde organize edin, öğlene kalmayın. Katedrali gezdikten sonra hemen karşısındaki parka gidin, biraz da o açıdan fotoğraflarını çekin. Zaten dibinde biraz zor oluyor, tecrübeyle sabit.
Park Güell: Geldik son Gaudi eserine. Okuduklarınızın ardından şehri Gaudi yapmış galiba dediğinizi de ayrıca duyar gibiyim. Evet, tam olarak öyle olmasa da Barselona’da yoğun bir Gaudi post-modernliği ve art nouveau etkisi hakim. Park Güell de Gaudi’nin güzelliklerinden bir diğeri. Bu günlerde gerçekleştirilmesi muhtemel bir tasarım olsa da yapıldığı döneme gidince aşırı saykodelik hissettiren bir tasarım anlayışı var karşımızda. Hansel ve Gretel masalından fırlamışçasına kurabiye gibi mozaikten evler mi dersiniz, denizde yüzüyormuş gibi hissettiren yine mozaikten banklar mı, hepsi burada.
Park Güell; başta Barselona’ya tepeden bakan bir yerleşim projesi olarak tasarlanmış. Daha sonra işler beklendiği gibi gitmeyince, şehrin soylularından Eusebi Güell, alt tabakadan uzak ve halktan izole bir yerde yaşama isteğini Gaudi’ye anlatarak Güell ailesi için özel bir yerleşim alanı tasarlamasını istemiş. Gaudi’nin de hızlı zamanları tabii, vur deyince öldürüyor. Ne var ki imzası haline gelen kırma mozaiklerle döşediği park, dalgalardan yola çıktığı mozaik banklar, gidenlerin önünde poz vermeden dönmediği kertenkeleli çeşme, tavan işlemeleri ve tüm mimari dehasını armağan ettiği parkın diğer detayları derken Gaudi’nin ani ölümüyle birlikte Park Güell de Sagrada Familia ile aynı kaderi paylaşarak yarım kalmış.
Park Güell’deki yerleşim için tasarlanan, ancak masallarda görebileceğimiz türden evlerle aşırı modernist çevrenin, şehir hayatına fazla kaçtığı gözlemlenince o zamana kadar tamamlanmış 3 evin üzerine eklenen başka mimari olamamış. Şimdi gidip görünce ‘kimbilir nasıl evler tasarlandı ama yapılamadı’ diye düşünüyor insan. Evlerden biri, Gaudi’nin son 20 yılını geçirdiği yer ve bu yüzden de günümüzde Gaudi Müzesi olarak kullanılıyor. Girişi 5 Euro. Bu arada, parka ilk geldiğim 2012 yılında burayı ücretsiz gezmiştim; ama artık turistlerden giriş ücreti alıyorlar. Hatta biletinizi saatli alıyorsunuz, çünkü Güell Parkı’nda nefes alıp panoramik fotoğraflar çekebilmek için sadece 30 dakikanız var. Bu kısmı pek güldürmedi, ilk gidişimde 2 saatimi burada geçirmiştim. Son not; tabii ki erken saatte gidin.
Montjuic ve Çevresi: Bu kadar turistlik yeter, biraz da tepeden şehri izleyelim diyenler! Hadi bakalım, şimdi sırada Montjuic Tepesi var. Burası Roma döneminde Yahudi Mezarlığı olarak kullanılıyormuş, bu yüzden de adı ‘Yahudi Tepesi’nin Katalancası olan Mont-Juich’den geliyor. Tepeye teleferikle de çıkabilirsiniz ki gayet güzel bir çıkış manzarasına sahiptir. Ben ilk gidişimde bu turu yapmıştım, eğer listenize ekleyecekseniz gün batımına denk getirmenizi öneririm. Özellikle, Kale’den Eski Liman’a bakan manzarada güneşin batışını panoramik açıda fotoğraflamak çok keyifli olacaktır. Siz siz olun, bizim yaptığımız gibi öğlenin 12’sinde, güneş tam tepedeyken gideyim demeyin.
Poble Espanyol: Montjuic Tepesi’nden aşağı Plaça d’Espanya’ya doğru yürürken rotanızda birçok müze olacak. Bunlardan ilki küçük bir İspanya prototipi olan açıkhava müzesi Poble Espanyol. Burası, başta bir fuar için İspanya’nın kültür ve mimari sentezini sergilemek amacıyla yapılan bir müzeymiş. İspanya’daki tüm şehirlerin en gözde mimarilerini, meydanlarını, kültür-sanat alanlarını ve zanaatlarını toplu bir yerde görebileceğiniz 117 yapıdan oluşuyor.
Benim için en etkileyici olanları Madrid’deki Plaça Mayor’un prototipi ile başlayan giriş meydan, Zaragoza’nın Utebo Kulesi ve Endülüs’ün tipik mimarisinin sergilendiği sokaklar. Ara sokaklarda bulunan hediyelikçiler, çikolatacılar ve cam ustalarının atölyesi de görülmeye değer. Özellikle, La Casa del Chocolate’ın el yapımı çikolataları, kremaları, kahve ve içecekleri tadılabilir. Poble Espanyol, bir Montjuic gününe mutlaka eklenmeli. Giderseniz, meydandaki La Oca’da da bir Cava’nızı içerim.
Fundacio Joan Miro: Eserlerine baktığınızda ‘şimdi burada ne anlatmak istemiş’ diye düşünüp durduğunuz Katalan ve Sürrealist sanatçı Joan Miro’nun kendi isteğiyle kurduğu vakfın müzesi de Montjuic Tepesi ile Plaça d’Espanya arasında kalıyor. Miro’nun zamanında kendi gibi modernist sanatçıların eserlerini sergilemeleri ve Barselona’da yaşayan halkın sanata kolay erişebilmesi amaçlarıyla oluşturduğu alan, bugün kendisine ait resimleri, heykelleri ve çizimleri kapsayan önemli ve geniş bir koleksiyonun yanı sıra Sürrealizm’in ünlü isimlerinin de önemli eserlerine ev sahipliği yapıyor. Zaman zaman farklı küratörlerin süreli Miro sergilerine de ev sahipliği yapan müze, Barselona’ya gelmişken kaçmaz bence. Ancak; gitmeyi düşünenlerin burayı mutlaka Audio Guide ile gezmeleri gerek. Miro’nun eserlerini çözümlemenin en kolay yolu bu çünkü.
MNAC – Museu Nacional d’Art de Catalunya: Plaça d’Espanya’ya doğru yürürkenki son durak Katalonya Ulusal Sanat Müzesi. Adından da anlaşılacağı gibi, Barselona’daki Katalan sanatını her yönüyle izleyebileceğiniz yer burası. Müzenin çok büyük bir kısmında Romanesk stilde resimler ve heykeller yer alıyor. Çok farklı sanatçıların eserleri olmasına rağmen de çoğu stil olarak birbirine çok yakın. Müzede ayrıca, Katalan artistlerin modernizm konseptli çalışmalarını da görmeniz mümkün. Burada 5.000’in üzerinde sergileniyormuş. Aslında MNAC, Barselona’da büyük bir değişime imza atan 1929 Expo Fuarı’nın şehre hediyelerinden biri. Fuarın ana merkezlerinden biri olarak inşa edilen Palau Nacional, 1934 yılından itibaren Ulusal Müze olarak hizmete açılmış. Müzenin İtalyan stilde, İspanyol Rönesans’ına referans eden detayları inanılmaz. Espanya Meydanı’ndan sonra merdivenleri çıkarak ulaşabileceğiniz MNAC’ın alt girişindeki havuzda akşam saatlerinde gerçekleşen ışık şovu da kaçırılmayacak cinsten.
Camp Nou: Barselona’ya gelip de Camp Nou’yu görmemek olmaz. Pek sevgili F.C. Barselona’nın maçlarını yaklaşık 100.000 kişiye karşı oynadığı stadı maç vakti görmek en güzeli tabii ki ama seyahat tarihleriniz maç gününe uygun düşmüyorsa ve ‘maçı boşver, ben boş halini de olsa görmeye razıyım’ diyorsanız, metroyla en yakın durağa gidip kısa bir yürüyüşle Camp Nou’ya ulaşabilirsiniz. Biz L3 adındaki yeşil hatla, Les Corts durağında inerek ve 15 dakika kadar yürümüştük. Eğer maç biletiniz varsa, koltuğunuzun bulunduğu kapıya göre de metro durağı seçebilirsiniz. İnternetten edindiğim bilgilere göre; 16-21 numaralı kapılar için L3 Yeşil hattaki Les Corts ve L5 Mavi hattaki Badal, 1-6 arasındakiler için L3 Yeşil hattaki Maria Cristina, 7-15 için L3 Yeşil hattaki Palau Reial ve 1-15 arasındakiler için de L5 Mavi hattaki Collblanc duraklarını tercih etmeniz daha makul olurmuş. 🙂 Futbol konusuna bu kadar dahil olmuşken, maç biletlerinizi resmi olan bu linkten, Camp Nou konusunda çılgın bir gezi deneyimi için de 23€ olan biletinizi buradan alabilirsiniz.
Barselona’da nereler gezilmeli, hangi müzelere neden gitmeli konulu yazımdan sonra, sizi mekan önerileri ile ilgili notlarımın olduğu Çok Lezzetlisin Canım Barselona yazımı okumaya bekliyorum! Sorunuz olursa bana Instagram’dan hızlıca ulaşabilirsiniz. Şimdiden bol fotoğraflı gezmeler!